Kırık Kalpler Çağı
Kalbini kırıyorlar değil mi? Balta ve çekiçlerle. Kılıç ve mızraklarla. Zırhını kuşanıyorsun, yetmiyor… Saldırılar devam ediyor.
Miğferini takıyorsun, yetmiyor… Saldırılar daha da kuvvetleniyor.
Okçular başlıyor ateşe. Ateeeş!
Kalbini delmek için tasarlanmış o sivri oklar, havada süzülmeye başlıyor.
Bir kalkan alıyorsun eline, sığınıyorsun arkasına.
Sığındığın kalkanın ardında, çaresizlik içinde kalakalıyorsun öylece.
Başını öne eğiyorsun ve gözyaşları damlıyor kalbinden. Kalbin kan revan içinde…
Kime seslendiğini bile tam olarak bilmeden, sessiz çığlıklar atmaya başlıyorsun.
Attığın sessiz çığlıklar, yeryüzünden gökyüzüne uzanan sorulara dönüşüyor.
Ve soruyorsun. Yalnızca soruyorsun…
Ne işim var benim bu savaş meydanında? Bu hayat, bu insanlar benden ne istiyor?
Ve diyorsun ki, “Bana yardım et!” Sığınıyorsun O’nun arkasına.
Cevapsız kalıyorsun. Belki öfke ve nefretle dolup taşıyorsun, belki insanlardan kaçmak istiyorsun, belki kimsenin yüzünü bile görmek istemiyorsun, belki “en yakınlarımın, en sevdiklerimin bile benden ne istediğini anlamıyorum” diyorsun. Belki de seni en çok sevenden, seni en çok anlayandan bile gol yediğini hissediyorsun… “Her şey yalan mıydı yani?” diye sormadan da edemiyorsun…
Sonra bakıyorsun ki, daha önceden iyisiyle kötüsüyle deneyimlediğin her hissiyat gibi, bu hisler de yıkayıp geçmiş seni.
Evet, hisler gelip geçer. Ancak, izleri kalpte kalır.
Bana kalırsa, kalbimizde kalan bütün bu izler, yeni bir kalp inşa edebilmemiz için büyük bir fırsat. Hem de eskisinden daha da büyük, daha da güçlü bir kalp…
Ve bana öyle geliyor ki, bu sefer cevap geldi… Hayat bizden çoook çoook güçlü bir kalp inşa etmemizi talep ediyor ve bizler sadece devam etmeliyiz.
Peki, bunu nasıl yapacağız? Belki de öncelikle şu soruya cevap vermemiz gerekiyor: “Bütün bu ‘saldırılar’, bütün bu ‘savaş’ ve bütün bu ‘kalp kırıklıkları’ bana ne kazandırdı? Bir zırh, bir miğfer ve bir kalkan…
Bu çok güzel! Ancak, bunlar yetecek mi? Maalesef ki hayır. Bizler, olmamız gereken kişi olma yolunda ilerlerken, eskisinden daha da güçlü saldırılara maruz kalacağız ki, her günümüz yeni bir gün olsun ve her yeni günde yeni bir ben doğsun. Ve bu sayede, bütün dünyayı fethetmekle yazgılı olan bir memleketin inşasına başlayacağız: “Gerçek Sevgi Memleketi.”
Neden böyle söyledim biliyor musunuz? Valla ne yalan söyleyeyim, ben bilmiyorum. O meşhur filozofun dediği gibi: “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.”
Eee Özgün, bilmeden ne konuşuyorsun o zaman?
Bilmiyorum, evet. Ancak, ne hissediyorsam “O.”
Yazının sonlarına yaklaşmışken, şu iki dize kalbime geldi. Kimden geldi, kimindir bilmiyorum bile, sadece kalbime geldi:
“Doruklara sevdalandım, ışığa doymak için.
Irmaklarda durulandım, dağları duymak için.”
‘Her neyse’ demek istiyorum. Çünkü bu sözün her şeyi birbirine bağlayabildiğini düşünüyorum.
Her neyse…
Hani bize öğrettiler, bilirsiniz…
İlk Çağ, Orta Çağ, Yeni Çağ, Yakın Çağ…
Bana bunu öğrettiklerinde, şu soru gelmişti çocuk kalbime…
“Yakın Çağ” dediklerinden ötesi nedir?
Bunun ötesi, olsa olsa, “kırık kalpler çağı”dır herhalde.
Ve kırık kalpleri onarmak ise bizim elimizde…
Hayata!
Yorumlar
Kalan Karakter: