12 Eylül’ün ilk haftası Mamak Cezaevinin anons sisteminden,10-15 dakikada bir yapılan anonsta, tutuklulara aynı şey dinlettiriliyordu, “Sizleri bu olaylara sürükleyenler teker teker yurtdışına kaçmaya başladılar. Eğer siz de bildiklerinizi anlatırsanız,cezalarınız yarı yarıya indirilmiş olacak vs” Bu yalana inanan, yeni tutuklanmış, kendilerini dahi tanımadığım bazı gençler benim ismimi vermişler. Kış günü akşam ayazının çıktığı bir saatte 2 asker geldi, nöbetçi askerlere hücrenin kapısını açtırıp,her zamanki gibi coplarınıda konuşturarak bir kapının önünde durduk. benim gözlerimi bağladıktan sonra kapıyı çaldılar, kapı açıldı Mahmut Esat Güven’i getirdik komutanım deyip siktir olup gittiler. Karşımdaki kişi yüksek sesle konuşuyordu. Önce bana birkaç kere asker usülü çök kalk yaptırdı, sorguya geçmeden üzerimde hakimiyet kurmaya çalışıyordu, ben bunun farkındaydım. Haydi bildiklerini anlat dediğinde, aklıma eskiden olmuş bir olayla ilgili sorgulanacağımıu zannettim, neyi anlatayım dedim, Kurtuluş’a ait ev adreslerini, kişilerin isim ve kod isimlerini söyle. Ben 3,5 yıldır cezaevindeyim, zaten yakalandığınızdan haber alınınca örgüt yakalanan kişinin bildiği evleri, kod isimlerini değiştirir. Kaldıki ben kod ismi olana rastlamadım. Ancak arananlar isim değişikliği yapardı. 3,5 yıl içinde birçok insan devrimci oldu. Ben içeriye gelenlerin hemen hemen hiçbirini tanımıyorum dedim. Adam bana halen anlat anlat, kendini ezdirmeden ne biliyorsan hatırlamaya çalış diyordu. Neticede adamla anlaşmadık, alın bunu dedi.. Copların üstümde biri inip, biri kalkıyordu, yerden yukarıya bakıldığında dövenleri az çok görebiliyordunuz. Asker botlu, asker pantolonlu, vücutları çıplak ve yüzleri kar maskeliydi. Hadi biraz dinlen aklın başına gelsin deyip bir kenarda oturtuyorlardı. Aradan kısa bir süre geçiyor, gel bakalım dediklerimizi hatırladın mı? Ne var, neyi hatırlayayım? Gel bakalım elektrik verme işi… El ayak parmaklarımdan, kulaktan, cuggulundan nasıl olsa elektrik bedava ver ha ver… Hatırladın mı?
Bildiğim bir şey yok ki neyi hatırlayayım… Gece geç saatlere kadar süren bu işkencelerden sonra, neyseki dışarıyla ilgili bir bilgim olmadığını anladılar. Yürüyemediğim içinde karga tulumba götürüp hücreme attılar. Yatağa uzandım her tarafım ağrı içinde, ya uyuyupta sabah sayımına uyanamazsam?
Ya bu ağrılarla yarın yiyeceğim coplar? Bizim kaldığımız Tecrit-1 hücrelerinde kıdemliydim. Yani arkadaşları idareye karşı ben temsil ediyordum. Asker komutanlarımız, (Biz adamlara komutanım dedikçe, Evren dahi o kadar kibirlenmiyordur) hücrenin birinde hata yapan birini gödüklerinde (mesela arkaya yaslanmış) hata yapanı, yanındaki arkadaşını, bir de kaç hücre ötedeki hücrede beni döverlerdi. Daha sabah kalkacağız, haftada bir verilen permamatikle günde iki kere.aynı jiletle yüz ve etek traşı olacağız. Leş kokan su çorbamızdan içeceğiz, komutanlarımız bize ”Atatürk ne zaman öldü?” Diye soru soracak. Biz 10 Kasım 1938’de öldü komutanım diye birlikte bağıracağız. Biz bildik soruyu bildik diye sevinirken, komutanlarımız da soruyu bilemediğimiz için sevinecekler.. “Atatürk ölmedi ulan, kalbimizde yaşıyor!” Kafamızı, gözümüzü patlattıktan sonra hücreden koşarak ayrılacaklar. Koşarken de “Her Türk asker doğar” diye bağıracaklar. Her Türk asker doğmaz. Garibanlar, parası olmayanlar asker doğar. Diğerleri parayı verip askerlikten yırtarlar. Kahrolsun 12 Eylül darbesi, yapanlar ve yaptıranlar.
Yorumlar
Kalan Karakter: