
UNUTULAN ŞÖHRET: İSLAM AYDINLANMASI
Bu ay sizleri, insanlık tarihinin en parlak dönemlerinden biri olan İslam aydınlanmasının yaşandığı yüzyıllara götürmek istiyorum. İslamiyet’in doğuşundan henüz 200 yıl dahi geçmeden bilimde ve teknolojide dünyaya yön veren bir medeniyet, daha sonra nasıl ve neden günümüze kadar sürecek bir çöküş yaşadı? Elbette sadece tek bir sebebi olmayan bu sorunun yanıtını gelin birlikte arayalım.
MS 750’li yıllarda, ikinci Abbasi halifesi El Mansur döneminde Bağdat şehrinin başkent yapılması ve ilk çeviri çalışmalarının başlamasıyla İslam’ın en parlak yüzyılının tohumları atılıyordu. Daha sonra El Mansur’un torunu Halife Harun Reşid dönemine gelindiğinde, Bağdat artık binlerce kitabın bulunduğu kütüphanesi ve her coğrafyadan gelen âlimleriyle bir bilim merkezi hâline gelmişti.
Abbasilerin bilim ve teknolojiye meraklı halifesi Harun Reşid zamanında çeviri faaliyetleri doruk noktasına ulaştı. Devleti elinde tutan vezir ailesi Bermekîlerin de katkılarıyla doğudan ve batıdan binlerce el yazması eser Arapçaya tercüme ettirilerek kütüphanelerde yerini aldı.
Harun Reşid’in oğlu Halife Me’mun döneminde Beytülhikme (Hikmet Evi) kurularak İslam dünyasının ilk modern üniversitesi hayata geçiriliyordu. Dünyanın dört bir yanından binlerce insanın akın ettiği bu bilgelik okulu; bünyesinde barındırdığı 4.000 kitaplık kütüphanesi, Hârezmî ve Kindî gibi hocalarıyla Bağdat’ı döneminin en ileri şehirlerinden biri hâline getiriyordu.
Abbasi halifelerinin bilime olan desteğinin, İslam’ın akılcı akımı Mu’tezile’nin özgün fikirleriyle birleşmesi; İslam dünyasının bilim, sanat, teknoloji, tıp ve astronomi gibi pek çok alanda altın yıllarını yaşamasını sağladı. Bu özgür düşünce ikliminin sunduğu rahat çalışma ortamında Hârezmî çöllerde dünyanın yarıçapını ölçerken, Fârâbî mantıkta, Kindî ise felsefe alanında eşsiz eserler ortaya koyuyordu.
Beytülhikme okulu ve Bağdat’taki aydınlanma, zamanla diğer İslami coğrafyalara da sirayet etti. Yıllar içinde tıpta İbn Sina, astronomide Birûnî, matematikte Ömer Hayyam, sosyal bilimlerde İbn Haldun, felsefede ise İbn Rüşd gibi büyük düşünürlerle İslam aydınlanması birkaç yüzyıl daha insanlığa yön vermeyi sürdürdü.
Bu büyük şöhretin zamanla sönmesine gelince; Abbasi yönetiminin giderek kontrolü kaybetmesi çöküşe giden yolu açıyordu. El Me’mun sonrası gelen halifelerin akla ve bilime yeterli ilgiyi göstermemesi, sonun başlangıcı oldu.
Doğu dünyasını kasıp kavuran Moğol istilası, Bağdat’ı ve kütüphanesi Beytülhikme’yi, içindeki binlerce el yazması eserle birlikte Dicle Nehri’nin sularına gömüyordu. İlim merkezini kaybeden İslam dünyası artık daha çok savaş, istila, mezhep çatışmaları ve kaos ile anılacaktı.
İslam dünyasında siyasi istikrarsızlık ve Moğol istilası çöküşün önemli bir parçası olsa da tek sebep değildi. İnsanın irade ve düşünce özgürlüğünü ön plana çıkaran akılcı ekol Mu’tezile’nin gözden düşmesiyle başlayan düşünsel ve felsefi gerilik, Şii–Sünni ayrımının keskinleşmesiyle yerini şiddete ve çatışmaya bıraktı.
Şiilik içinden çıkan İsmailî kolunun bir parçası olan Hasan Sabbah’ın Haşhaşî örgütü ile, İbn Teymiyye’nin aklı ve felsefeyi dışlayan, katı din yorumları bu döneme damgasını vurdu. Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün, düzeni sağlamak adına medreselerde Ehl-i Sünnet’e aykırı görülen fikirlerle mücadele edilmesi için İmam Gazali’yi görevlendirmesi ise önemli bir dönüm noktası olacaktı.
İmam Gazali’nin metafizik alanda aklı sınırlayan ve bu sahada sözün vahye bırakılması gerektiğini savunan düşünceleri, İslam dünyasında felsefe ve düşünsel çoğulculuğun zayıflamasında önemli bir kırılma yarattı.
Sosyolojinin babası ve İslam aydınlanmasının belki de son büyük yıldızı olan İbn Haldun ile birlikte İslam’ın altın çağı kapanırken, bilim ve teknolojide Batı’nın üstünlüğü yüzyıllar boyunca kabul edilen bir gerçek hâline geldi.
Günümüze geldiğimizde, İslam coğrafyasının büyük bir bölümünde tek adam yönetimleri ya da aile monarşilerinin hâkim olduğu görülüyor. İlk dört halifesini dahi uzlaşıyla belirleyen bir medeniyetin bugün despot yönetimler altında bulunması oldukça düşündürücüdür. Son yıllarda özellikle Körfez’in zengin ülkelerinde teknolojik gelişmelere hatırı sayılır yatırımlar yapılsa da demokrasi ve insan haklarının rafa kaldırıldığı bir ortamda bu bilimsel atılımların ne kadar sürdürülebileceği belirsizliğini koruyor.
Müslüman ülkelerin yüzyıllardır ara verdikleri aydınlanmaya ne zaman dönecekleri bilinmez; ancak peygamberinin “İlim Çin’de dahi olsa gidiniz” diye öğüt verdiği bir uygarlık, bir yerlerde yeniden köklerine dönmeyi bekliyor. İslam dünyasının yeni İbn Sina’ları, Ömer Hayyam’ları, İbn Haldun’ları ve Fârâbî’leri; özgürleşmeyi bekleyen toplumların tohumlarında yatıyor.
Bu ayki yazımı, çok sevdiğim İranlı şair ve astronom Ömer Hayyam’ın bir rubaisiyle noktalamak istiyorum:
Ey kara cübbeli, senin gündüzün gece;
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere.
Onlar Yaradan’ın sanatı peşindeler;
Senin aklın fikrin abdest bozan şeylerde.
Yorumlar
Kalan Karakter: