Merhaba. Dünyanın en karanlık ve soğuk ülkeleri nasıl en mutlu ve refah düzeyi yüksek toplumlarını yarattı? Bu ay sizlerle bu sorunun yanıtını arayacağız. Eğitimden ekonomiye, Norveç, İsveç ve Finlandiya’nın refah seviyelerine nasıl ulaştıklarını birlikte inceleyelim. Kuzeyin bu üç ülkesi yıllardır tüm gelişmişlik endekslerinde en üst sıralarda yer alıyor; gelin, Avrupa’daki güçlü komşularını ve hatta ABD’yi nasıl geride bıraktıklarını birlikte keşfedelim.
Dünyanın en büyük ekonomistlerinden biri olan John Maynard Keynes der ki ”İnsanoğlunun temel sorunu şu üç değişkeni bir araya getirememektir. Ekonomik verimlilik, sosyal adalet ve bireysel özgürlük.” İnsanlığın tarihine bakarsak kendisinin idaresini sağlamak için bulduğu yönetim sistemlerin hemen hepsinde Keynes’in sözündeki gerçekliliği net bir şekilde görmüş oluyoruz. Bu üçlü dengeyi kurmak, tarihin en büyük siyasal ve ekonomik bilmecelerinden biri olmuştur.
Günümüzün egemen sistemi kapitalizm, ekonomik verimliliğin ve bireysel özgürlüğün teminatı olarak görünse de sosyal adaleti asla gerçekleştiremediğini görüyoruz. Öyle ki ülke vatandaşlarının kaderi sözde serbest piyasa adı altında perde arkasında ise kartelleşen birkaç özel şirketin insafına bırakılmakta. Sadece tüketim odaklı vahşi kapitalizm kontrolsüz ve plansız bir şekilde işlediğinde gelir adaletsizliği ve sefaleti de beraberinde getirmektedir.
İnsanoğlunun 19.yüzyılda ortaya çıkardığı bir başka yönetim sistemi sosyalizm ise sosyal adaleti ve eşitliği sağlama amacıyla ortaya çıktı fakat uygulamaya geçerken iktidar ve güce susamış tek adamların elinde bireysel özgürlükleri ortadan kaldırdı. Üreticiden kopuk bir şekilde yapılan kolektivizasyon gibi tarım uygulamaları ve plansız kamulaştırmalar ekonomik verimlilik yerine maalesef kıtlık ve toplu ölümleri beraberinde getirdi.
Kısacası hiçbir sistem, bireysel özgürlüğü, sosyal adaleti ve ekonomik verimliliği aynı anda sağlamayı başaramadı. Ancak bu tabloya meydan okuyan bir istisna var: İskandinav Modeli. Peki İskandinav yarımadasının ülkeleri birbirini dışlayan bu üç sac ayağını – bireysel özgürlük, sosyal adalet ve ekonomik verimliliği – nasıl aynı potada eritebildiler?
Gelin Finlandiya’dan başlayalım. Beyaz zambaklar ülkesi dünya üzerinde eğitimin en ileri olduğu ülke. Ülkenin eğitim seferberliği 1920’lerde başlamış olsa da asıl dönüm noktası 1970 yılı başlarıydı. O tarihte yapılan eğitim reformuyla artık ülkede sınav baskısı olmayan, ödev yerine proje odaklı bir müfredata geçildi. Ezbere dayalı sistem yerine eleştirel düşünmeyi önceleyen bir anlayış tercih edilirken öğretmenlik ülkenin en seçkin mesleği oldu.
Aradan geçen 60 yıl boyunca hükümetler değişse de bu sistemden asla taviz verilmedi. Sonuçta gelinen noktada Finlandiya uluslararası PISA sınavlarında her yıl en üst sıralarda yer alıyor, dünyanın eğitimde en ileri sayılan ülkelerinden birisi oldu. Özel okulların oranın sadece %2 olduğu ülkede bu okullar lüks ve gereksiz görüldüğünden neredeyse hiç rağbet edilmiyor. Peki her yurttaşa sağlanan bu eşit, ücretsiz ve kaliteli devlet eğitimi nasıl diğer başarılara açılan kapı oldu?
İskandinav ülkeleri, Viking atalarından miras kalan dayanışma kültürünü paylaşır. Bu dayanışmanın sonuçlarından birisi ise birbirlerini örnek almalarıdır. Finlandiya’nın yaratmış olduğu eğitim mucizesini İsveç ve Norveç’te kısa sürede benimseyerek aynı yoldan yürüdüler. Gömleğin ilk düğmesi doğru iliklenmişti. Norveç petrol gelirleri ve somon balığı ihracatıyla İsveç ve Finlandiya ise dayanıklı eşya üretimi, otomotiv ve teknolojiye yapılan yatırımları ile dünyaca ünlü markalarını yarattılar.
2000’lere gelindiğinde İsveç, Volvo model arabası, Ericsson cep telefonları ve İKEA tarzı mobilyalarıyla, Finlandiya Nokia telefon markasıyla, Norveç ise tüm dünyaya ihraç ettiği ünlü somon balığıyla dünyanın en zengin ülkeleri arasına girdiler. Akıllı telefon pazarında Ericsson ve Nokia’nın geride kalmasına rağmen devlet teşvikleriyle şirketlerine sahip çıktı. 5G teknolojisi ve şebeke ekipmanları satarak iki ünlü marka her şeye rağmen ayakta kalmayı başardılar. Şu anda ise İskandinav ülkeleri Spotify ve Klarna gibi teknoloji devi şirketler ile dijital ekonomide öne çıkıyor.
Ekonomik mucizenin perde arkasında ise devletin sosyal yardımları geliyordu. Üç ülke de vatandaşından aldıkları tüm vergileri yine onların ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti almalarına harcadılar. Bütçe fazlası her kuruş ülkede gelecek nesillerin refahı için oluşturulan varlık fonuna aktarıldı. Şu an da İskandinav ülkeleri fonlarında yıllarca birikmiş olan bu muazzam servetleri ile önümüzdeki 10 nesil vatandaşının refahını garantilemiş durumdalar.
Her üç ülke de dünyada yolsuzluk oranının en düşük olduğu ülkeler. Yasalar tamamen şeffaf. Uzun yıllar sosyal demokrat partilerin başını çektiği koalisyon hükümetleri tarafından yönetilen üç ülkede hiç bir kriz ya da kaos yaşanmadan kesintisiz bir istikrar hakim. Bu kusursuz işleyişin sebebi devletin yönetenler tarafından bir yağmalama alanı olarak görülmemesi. Sonuç ise vatandaşların devletin tüm kurumlarına güvendiği, dünyanın en yüksek kişi başı gelirine sahip olunan bir refah yarımadası…
İskandinav mucizesini oluşturan bir diğer sac ayağı ise artık bu ülkelerle özdeşleşmiş olan sosyal demokrasi. Yerel yönetimlerin çok güçlü olduğu üç ülkede de halk meclisi ve danışma kurulları gibi yerel yapılarla vatandaşlar yönetime direk katılıyorlar. Devlet kurumlarına güven çok yüksek seçimlere katılım oranı ise diğer Avrupa ülkelerinin üstünde. Her bir yurttaş vekillerine direk ulaşarak istediği soruları sorabiliyorlar. Eğitim seviyesinin böylesine yüksek olduğu bir ülkede bu derece bilinçli seçmenin varlığı da şaşırtmıyor. Her üç ülke de dünya basın özgürlüğü listesinin en tepesinde yer alıyor. İktidar adına sansür ya da propaganda yok. Norveç ve İsveç de ki monarşi tamamen sembolik. Krallar ülke siyasetine asla karışmıyorlar. Mecliste çıkacak her yasa önce açık diyalog mekanizmalarıyla vatandaşlara sunuluyor.
Temelinde nitelikli eğitim yatan İskandinav Modeli başka ülkelerde ve bizim ülkemizde de sık sık tartışılıyor. Genelde bu başarı İskandinav ülkelerinin doğal kaynaklarına ithaf edilerek küçümsenmekte. Halbuki Norveç petrolü hariç diğer ülkelerin büyük bir yer altı zenginliği bulunmamakta. Dünya da ekonomisi en kötü olan ülkelerin başında petrol zengini Venezuela ve Libya gibi ülkelerin olduğunu da ayrıca hatırlatmak isterim. Kaynak zenginliğinin, iyi yönetimle desteklenmediğinde tek başına refah getirmediğini bu örneklerden biliyoruz.
Bir başka yorum ise bu ülkelerin savunmaya bütçe ayırmak zorunda olmadığı o yüzden refahlarının arttığı söylemi. Bu da doğru bir yaklaşım değil aslında. İskandinav ülkeleri her ne kadar barışçıl birer aktör olarak anılsa da, özellikle son yıllarda ciddi savunma bütçesi ayırmak zorunda kaldılar. NATO üyeliği, Rusya tehdidi ve zorunlu askerlik uygulamaları ile orduya yapılan yatırımlar arttı. Ancak bu harcamalar, sosyal devlet politikalarının önüne asla geçmemiştir.
Tabi ki İskandinav Modeli de kusursuz bir yeryüzü cenneti değil. Göçmen entegrasyonu, ırkçılık ve uzun süren karanlık kış ayları oluşan depresyonlar gibi sorunlar mevcut. Fakat buna rağmen İskandinav Modeli: kontrolden çıkmış bir sömürü düzeni yaratan kapitalizm ya da özgürlüğün feda edildiği, insanların sefalette eşitlendiği bir sosyalizm arasında umudu temsil ediyor.
İskandinav Modeli bize; vatandaşların özel sektörün kartel olmuş şirketlerine muhtaç edilmediği bir serbest piyasa ekonomisi ile ücret eşitliğini ve gelir adaletini oluşturan bir sosyal demokrasinin beraber harmanladığı sistemin aslında mükemmel bir uyum sağlayabildiğini göstermektedir. Kısacası kapitalizmin içine sosyal demokrasi ve eşitliği, sosyalizmin içine ise bireysel özgürlük ve ekonomik verimliliği koyarak bir refah sistemi yaratılabileceği örneği önümüzde duruyor.
Yazımı fazla uzattığımın farkındayım. Toparlarsak dünyanın en güçlü ülkelerinin bile başaramadığı ve gıpta ettiği İskandinav ülkeleri gibi refah devleti olmak için sanırım onların temeli ilk attıkları yere dönüp bakmak gerekiyor. Kendi ülkemiz için her şey den önce yapmamız gerekenin ücretsiz, eşit ve kaliteli bir eğitim sistemini inşa etmek olduğunu gerçekten kavradığımızda gelecek için bir umudumuz da olacağını düşünmekteyim.
Peki Türkiye olarak 1920’li yıllarda başlattığımız eğitim seferberliği neden istediğimiz yönde evrilmedi ? Biz nerelerde yanlış yaptık ? Bunun sebeplerini ve gelecekte neler yapabileceğimizi bir sonraki yazımda sizlerle paylaşmak istiyorum. Şimdilik hoşça kalın.
Yorumlar
Kalan Karakter: